Ahmet Ada şiirleri

119 şiir
Kanto XXXIII şiiri
291 kez okundu henüz oylanmamış

Yeni şeylere döneceğiz Kevser
Estetiğe, ekonomi politiğe, dilin ve paranın
Kullanılış biçimine. Oradan okuyacağız
Sağlıksız giden şeyleri Kevser

Bana temiz bir gömlek ver Kevser
Göğü götürdüler dışarı çıkmalıyım
Güneş gümüş bir kılıç üstümüzde
Dönelim çocukluğun bulutsuz göğüne

Göğe o kadar çok baktık ki
Çiçekler yığıp ölüm ayinine çevirdik
Pasajlardan baktık kuşlar uçuyor mu diye
Savrulan yaprakları kuş sandık Kevser

Neyim ben Kevser? Yıkılan anıtları
Görmeliyim. İnsanın derinliğini,
Göğün sevgisini, ağacın mucizesini,
Dalgın patikalara akarken hüzünlerin ısısı

Neyim ben Kevser? Görebilir miyim
İnsanın süregelen eşsiz yapıtlarını,
Bulutları çözen yağmuru, aşırma
Sarkıttığım kuyuyu. Görebilir miyim
Ne kaldıysa, ne kaldıysa çocukluktan

Kanto XXII şiiri
329 kez okundu henüz oylanmamış

Üç deniz için ışığını yakıyor yıldızlar
Bir ılgım Marakeş, üstümüzde parçalanmış ay
Bir görünüp bir yitiyor; usulca
Düşüyor satıcıların fenerinin üstüne

Keşfedilmemiş söze ışığın kanatları düşüyor
Keşfedilmemiş şiire ıslığın aldanışı
Ama biz buradayız Kevser
Ya onlar nerede? Biz sıkıntıdan
Sicimlere tutunuyoruz ay yükselirken
Elimizde çağın tılsımlı mumu
Elimizde çağın kof kibri
Fırlatıp atıyoruz insanca olmayan her şeyi
Mutsuzluktan bunaltan denize

Boşalan yağmurlarız, su kenarlarında saz
Birkaç kişiyiz Ayşe Celâl Veysel
Konuşurken hüzün anıtları devriliyor
Dünyanın bütün meydanlarında

Gök Marakeş’te bir çalgı üstümüzde
Keman sesi cam göbeği gökte yankılanıyor
Keman sesi gümüş bir su burada
Burada oturuyoruz dünyanın kıyısında
Portakal suyu içiyoruz
“Ölüm sorununu çözmedikten sonra
Neye yarar varlığımız? ” diyor Celâl.
Saati gösteriyor ayın direği.
Pars kapıda.

Gök Marakeş’te bir çalgı üstümüzde
Fas tılsımlı bir kobra

Kanto XXV şiiri
398 kez okundu henüz oylanmamış

I

Pars kılıçtan bir şimşek
Alıp gidiyor kuytulara
Cam buğusu bahçenin köşesine
Gizliyor sessizce ayak izlerini

II

“Susalım, burası ölü evi
Bir hiç uğruna öldü dediler

Ne kadar yaşardı ki
Bir kadastro memuru tozlu defterler arasında
Denize bakarak öğle vakitleri
Ne kadar yaşardı ki böyle

Onun muydu bu saç kurutma makinesi
Bu cep telefonu? Susalım dediler.
Dışarıda nasılsa bir kuş ötüyor
Acısına yürüyor içeride oğlu

Tan vakti göğsüne bir bıçak koyup
Üstünü çarşafla örttüler

Susalım dediler
Ne çıkar susmaktan”

III

Pars gök rengini solduran güç
Gizliyor parçalanmış ağzını rüzgârdan

Kanto XXIV şiiri
308 kez okundu henüz oylanmamış

Issızlığı içinde taşıyan kara ağaç
Gecenin ısısı suyun gürültüsü ondan
Uyanıp bakıyorum yaprakları ışıktan
Dalları biçimini almış kollarımın

Yapraklarının altında deniz desem
Ağaç desem bir kara ağaç
Yürüyor içimde denize doğru
Deniz içimde dumanlı orman

Uyanıp bakıyorum bön bön
İçimde ışıktan bir kara ağaç
Sarkıtıyor ayaklarını denize
Düş mü görüyorum ılgım mı
Deniz feneri su zambağına benziyor
Hava çın çın su havası kokuyor

Gecenin ısısı yazdan
Günden güne biçimini aldığım ağaçtan ısım
Hayır üşümüyorum sabah kapıda
Gök üstünü başını düzeltiyor
Sabahın tazeliği ıslığımın içinde
Dayanabilir miyim camların buğusunda
Şaşılası güzelliğine gemilerin

Kanto XXI şiiri
336 kez okundu henüz oylanmamış

Örtelim
En kalın hüzünlerle örtelim
Denizin dipten gelen yabanıl sesini
Örtelim Kevser en ağrılı yerimizin
Kısa acılardan kalın hüzünlere akan sesini
Kayalara çarpa çarpa büyüyen sesini
Kabuğun boğuk sesini, kalbin düşey sesini
Bahçenin ışık sızdıran sarnıcını
Acısını arının uzun uzun örtelim
Kokusunu elmanın yaprağın otun
Derinliğini şimşeğin, sessizliğini örümceğin
Örtelim

Örtelim
Gün kavuşurken ölü gözlerini denizin
Yaklaşın, örtelim taştan taşa seken gölgeyle
Yaz dönmeden dikenli bahçeye
Issız soluğu duyulmadan parsın
Acıyı örtelim vaktinden önce
Varlığın verdiği kalın acıyı

Kuşun salvosu yolun sapası yaprağın sesi
Gam göçüren yağmurun ötesinde
Hüzündür varlığın Kevser
Örtelim, zar kabına girelim olmazsa,
Topluiğne başı olalım, nesnelerin uzantısı,
Vakit geldi, büyük olsun yalnızlığımız
Isısız
Parıltısız
Örtelim

Kanto XXIII şiiri
276 kez okundu henüz oylanmamış

Bir şey mi söylediniz? Susalım. ‘Şiir yazıldıktan
sonra ortaya çıkar.’ Böyle deyip bir kapı açtınız,
anahtarı deniz. İyi ki yitik evreni keşfettiniz.

Aldanacak gün kalmadı gök kapalı
Yağmurun sicimlerine tutunup
Yıldızların düştüğü suya dönelim
Acele etmeliyiz suya dönelim.

Bütün kara parçalarına yayılıyor kan
Ne hasta tanıyor ne çocuk

Her şey burada mı Kevser?
Suyun aralık bıraktığı kapı
Kalbin yitik bahçesi
Denizin mumdan ışıkları
Hazırsanız susalım
Bilinmeyen bir kapı açıyor deniz
Duyularla ulaşamadığımız bir kapı
Gecenin bastonuna dayanarak
Eski dünyanın eşiğinden girelim

Sokakta buzdan kılıçlar parlıyor
Gün boyu hızla yayılıyor kan
Yollar sapaklar tutulmuş dönelim.
Bir şey mi söylediniz? Duymuyorum.
Vakti mi sordunuz, vakit tamam
Dönelim kış bahçesine denizin
Suyun aralık bıraktığı kapıdan
Güneşin ağaçlı yolundan
Dönelim

Kanto XXIX şiiri
262 kez okundu henüz oylanmamış

Bir yalnızlık süresiyim ağrılı
Suyu çekilmiş bir dere

Ben nereye bakıyorum galiba denize
Bir kapı kapanıyor kakmalı bir kapı
Güneş batmak üzere birazdan
Son ışıklarını yayıyor denizin üstüne

Otların sesini getiriyor serin rüzgâr
Yağmur, kar yok. Ama hava serin
Uzun uzun yolculuklar düşlüyorum
Denizler, göller, kıyısız ülkeler bir de

Bir kapı açılıyor kakmalı bir kapı
Bir kuş gölgesi, bir kedi geçiyor
Kirpiklerimin ucundan.
Yaz kışlıklarını katlıyor dolaba.

Ben galiba akşama bakıyorum
Büklümlerine ateş kırmızısı güllerin
Ben galiba gövdemde açılan kapıya
Boşluğa bakıyorum. Bir kuş uçuyor
Çize çize göğü. Sandalyeme tutunuyorum

Üstümden dönü döne geçen turnalar
Da yok. Neye baksam nerede dursam
Düş gücüm kilitlenmiş ruhum çalınmış
Elimden alınmış taşların dinginliği de

Kanto XXXV şiiri
305 kez okundu henüz oylanmamış

(Yol ile Ölüm)

Yola dönüşen sen misin, güneşli
Sözcükler mi zeytin ağacından
Düşen yol kenarına

Ama dur akşamı dinle, küçük
Bir dere kavuşur denize
Yolcu çoban ateşlerine

Ölüm taşlı bir yol, uçuruma açılan
Patika, gidenlerden gelen yok, çoğu
Akşamı örtünmüş derin uykuda

Ölüm tek başına gidilen
Sis basmış göl
İki bulut altında

Ama dur, ölümsüzlüğe inanan
Bilge, topladığın alıçları yola
Savur, yol götürür İthaka’ya nasılsa

Ölüm duraksayan gölge
Bir hüzün salkımı
İki kaşın arasında

Kanto XXXIV şiiri
277 kez okundu henüz oylanmamış

Ne kadar yaşarsak acıları günlere
Aylara bölelim bölelim
Kaçamayız kendimizden
Ağacın yapraklanmasından
Kuşların tarlalar üstünde uçmasından

Ne kadar yaşarsak hüzünleri günlere
Aylara bölelim bölelim
Ağır gök altında
Kibirsiz ve insanca

Islak tüyleri gündüzün, suyun kuğusu
Bir çiçek salgını yaz, bulutlar duru,
Günün çıkrığı değiştiriyor gökyüzünü
Başımı döndürüyor çite konan kuş

Gündüze karışan ışıktan tırpan
Uzaklara bakan bir çift göz
Aşkı değiştiriyor suyu ürperten çizgi
Başımı döndürüyor hüznün etkisi

Kırılan bir zaman belki ânın ağırlığı
Baktıkça sıkıyor ruhumu kımıldayan gök
Biliyorum ne kadar uzarsa yol
Beni aşan kıpır kıpır bir olgunluk

Kar şiiri
305 kez okundu henüz oylanmamış

kar, kar gibi yağıyor ince ince
ipek gibi kar yağıyor özlenen
kar yağıyor haydar’ın şiirlerine
kederine yağıyor nâzım’ın
yüzüncü yaş gününü kutluyorum
kar altında kalıyor hasreti

kar yağıyor günlerce gecelerce
durmaksızın yağıyor kar kar
gökyüzüne bakıyorum, kar nerede
başlıyor, nerede bitiyor kar kederi
ağaçların dalları karla yüklü
kara bir kedi geçiyor sokaktan

kar yağıyor ipekten inceliği
kar yağarken beresi kaşında
bir kız geçiyor sokağı
keyifle seyrediyorum, uçuşuyor
beresinin altında güzelliği

kar yağıyor sürekli ve aydınlık
ıssızlığı geçen kar sesidir geceden
kar yağıyor ipeksi ve inceden
kocaman boşlukta durmaksızın büyüyor
yüreğime dolan kar kederi

kar yağıyor ruhum kardır benim
ince ince yağıyor geceden beri
kardır nâzımı’ın bütün sözcükleri
yüzüncü yaş gününü şiiriyle kutluyorum
odama doluyor nâzım kederi