Efendiler, bakınız şu elimdeki kavalın
Serâir-i nefehâtında ince, orta, kalın.

Sadaları bulabilmem, hemen otuz sene ki,
Olur, sebatıma sanatta şahidim belki.

Nasıl mı geçti otuz yıl bakın bu ateşe ben,
Bilip de düşmedim asla nasılsa dinlerken.

Çocukça kendi hayal-i melalime dalmış,
İdim, fakat bu sihirli kalem, füsunlu kamış.

Mukadderatımı yazmış ezelde defterime;
Şu destan-ı hayat-ı garibimi serime.

O daldığım yarım uyku içinde kendimden,
Ayırdılar gibi oldum, uyandım amma ben.

ikinci uykuya düştüm hakikati orada,
bırakmışım gibi gördüm, hayali de burada.

Gerek hakikat ü rüya, gerek hayal olsun,
Benim şu hemdem-i ruhumdan olmuşum memnun.

Bütün hayatımın âfâk-ı girye-bârından,
Doğan leyal-i teselli içinde pür-hüsran.

Ve serseri dolaşan kehkeşan-ı sanatten,
Bedayii doğuran mavera-yı fikretten.

Simâh-ı ruhuma bir ses gelir, sağır bir ses,
Ve der ki: Her neyi bildinse redd ü acz ile kes!

Şiirlerin ötesinde kalan serâir-i ney,
Duyup da anlatabilmek muhal olan bir şey.

Ridâ-yı aşk u hafâyadır, aczde hayret,
Eğer ki gösterebildinse ordadır sanat.

Tıp Fakültesi Hastanesi, Haydarpaşa
9 Kânunusâni 1337

Bu şiiri oyla Henüz Oylanmamış

"Kaval Aşkı" için ilk yorumu siz yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir