“Bülent’e, Nihal’e, Ayşe Sıla’ya”
yurdum, uzun gözlü akşamın yurdu
birlikte çıktığımız bütün yollarda sarsak adımlarımla
adımla kaldım tek yönlü gidişlerde
-yolunu yitirmiş bir kurtarıcının düşleri nedir ki? –
nedir ki bir Ukrayna boşluğunda çırpınmak
on birinci paralelden geçmek neyi değiştirdi
neyi değiştirdi Althusser? işte
: altmış sekizi satıyor çocuklar, büyüdüler
erdiler bir tasarım köprüsünün ne çabuk berhava olduğuna
“kardeşlik, müsavat, adalet! ” – süt kokuyor
yüzyılların ağzı, süt kokuyor Cenevreli Saatçı ve Berlin Kartalı
yurdum, Türkiye’m, gitgide büyüyor gölgelerin dansı
büyüyor kanser bilginin kalbine
kırlardan şehirlere büyüyor iktidar
çırpınıyorum Eskişehir Marşı’yla
Papa’nın ruhuyla Dört Motorlu Pamela şimdi bütün umutlar
şimdi hiçbir uçak çek! ilmiyor Küba’ya
zamanın dar kapısında düşler sıkıştı
seksen dört, ah kara kehanet! in cin
ve İncil’in satır aralarına santraller kuruldu
akdimiz eski ahitte sular ayırırdı
on iki yol açardık yoksulların yazgısına
çoktuk, haklıydık, belki azdık – ne çıkar –
mermere dönüştükçe meydanlarda, erimeye başladık
yalnız Bakara mı kaldı; kan kan kan
bir kırmızı güldür İnsan’ın içine akan
ey bütün dağların ardındaki çok kuş; otuzlar da dağıldı
en sıkı öpüşlerle suçortağımız kaldırımlara dağıldık
yurdum! biz bu cumhuriyete yaban kaldık
Bir yanıt yazın