Arkadaş konulu şiirler

Sevinmeyi Bilenlerin Şiiri şiiri Afşar Timuçin Sevinmeyi Bilenlerin Şiiri şiiri

Sevinç bizim güneşte üzümlerden
Sabah işe giderken
Düş diye süzdüğümüz güzelliktir
Başını döndürür bekletirsen

Ortanca çiçeğinin gölgesine
Bize görünmeden sığınıveren
Küçücük bir böceğin çıtırtılı sessizliği
Simgesidir bitmez çabamızın
Seni sevmek gibidir

Çınar sanki mektubunu getiren
o güleç ve dalgacı arkadaştır
Naneler üstünde yatacağımız halı
Derenin sesi tren sesidir.

Aşk bizim her dokunuşta
Ölür gibi sarsıldığımız şeydir.

Banko şiiri Cemal Süreya Banko şiiri

Biber ki yasa dışı önderidir sebzelerin:
Şu sofrada ikimiz için de vur emri!
Sözcükler alevler içinde nasıl da serin!
Orta yerde durmuyor bir türlü yumru.

Bu akşamüstü üç şey doğruladı beni:
Kulüp rakısının üstündeki resim, bir;
Ortak arkadaşımız prens hayati, iki;
Üçüncüsünü sorma, bizimle ilgilidir.

Bekarlara ev vermiyorlar, doğru;
Evlilere kız vermedikleri de doğru,
Bu yüzden bir gün seni bırakırım ya,
Tütünü bırakmak gibi bir şey olur bu.

Evet, gün geliyor bıkıyorum senden
Ama İstanbul’dan bıkmak gibi bir şey bu,

Git, istersen, cüzam kap bir yerlerden,
Görmek istersen, nicedir, tutkunluğumu.

Kan Var Bütün Kelimelerin Altında şiiri Cemal Süreya Kan Var Bütün Kelimelerin Altında şiiri

Posta arabalarından söz et bana
Kan var bütün kelimelerin altında
Ezop’un şu lanetli dilinden söz et
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık birgün olabilir bugün
Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara
Bir çay şöyle yağmurların kokusunda
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte durup dururken surda
Bir yelpaze gibi açıldı sesin
Güzün en gürültülü kanadında
Göğün en ince dalında
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Bir çeşme gibi akabilir cumartesi
Çığlığındaki sessiz harfler
Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında
Ne güzel konuşur sokak satıcıları
Fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar
Ve çiçekçi kızların göğüsleri
Daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından
Kan var bütün kelimelerin altında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini
Sürekli işbaşındadır belleğin
Tanık şairler arasında
Oyuncu arkadaşlar arasında

Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde

Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde

Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde

Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte o kandır senin gülüşün
Sızmıştır hayatın derinlerine
Siyahtır orda kırmızıdır
Daldan dala atlar
Sever çocuklara anlatılan masalları
Ama iş savunmaya gelince
Yalnız alevi savurur
Ve güneşin solmaz çekirdeğini
Yalnız doruklarda

Umulmadık bir gün olabilir bugün
Kan var bütün kelimelerin altında

Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir şiiri Cemal Süreya Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir şiiri

Şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem,
Daha çok seviyorum Cansever’i, Uyar’ı, Can Yücel’i
Bir de fethi Naci’yi, ve elbet Mustafa Kemal’i
Ankara Ankara
Bir kent değil burası, bir acenta dizisi,
Bir işhanı, bir umumi mümessizlik belki,
Büyük mağazalar, bahçeliğe özenen süpermarketler
Tutulmamak üzere verilmiş bir söz gibi.
Sahi kaçıncı sanat oluyordu şu mimari?
Birer önyargı gibi uzuyor çağdaş caminin minareleri.
Opera: içine dikiş gereçleri doldurulmuş ağırlıksız bir
keman kutusu,
Osmanlı Bankası davul;
Ve Emlak Kredi’yle başlayan camdan metalden bir melodika
ordusu:
Dol (An) kara bakır dol!

Biletim öldü;
Gömleğim kirli.

Ek yapıların ana yapıları böyle ezip geçmesinde
Yoksa ölümcül bir beğeni de mi gizli?
Ne derdi buna Sadettin Köpek, Necmettin Pervane ne derdi?
Tiren kuşları daha Eskişehir’den başlayarak
Çarpa çarpa bedenlerini kara vgonlara
Can boyasıyla çizer portresinin ilk çizgilerini.
Evliya Çelebi’ye kenti gezdiren rehberin de
Sesi yeraltından geliyordu ve kemiktendi elleri.

Bir kadın torbaya doldurulmuş gibi yürüyor
Yine de, belli, içi içine sığmıyor.

Büyük Millet Meclisi’ni hiç gözden kaçırmamakta
O nereye giderse peşini bırakmayan Ankara Oteli:

İş Bankası da kendine özgü bir humour’la süzüyor
Şimdi biraz daha aşağıda kalmış Anıt-Kabir’i.

İşe bak, dün humour sözcüğü için Fransevi’yi açtıydım,
“Şetaret” diyordu yanlış okumadımsa Şemsettin Sami:
Ey şetaret bankası, artık gelmiş sayılırsın Çankaya’ya!

Ben öyle her şeye dikkat eden bir adam değilim,
Ama biliyorum DÇM için Marmara Oteli’ne gideceğim
Yakamda gizlilik rozeti, eh çobanıllık da caba;
Vergi iadesi için de Stad Otel var,
Paraşüt kulesini yukardan görmüş olursun ayrıca.

Adını titizce saklayan bir sokak buldum
Şimdi söyleyemem hangi alanın arkasında,
Oradan geçerken hep seni düşünüyorum,
Belki de oralarda bir yerdesin,
Sen tavşan aralığı,
Sen ağzımın tadı,

Bir buluş gibisin!

– Ağır ol Bay Düzyazı,
Sen ancak uçağa binebilirsin!

II.
Ankara Ankara.
Ey iyi kalpli üvey ana!

III.
Biliyor musun başkentim nedense
Birbirimizden çekiniyoruz ikimiz de,
Sen yaslarına hiç yaslanmaz oldun
Ben acılarıma yeterince.

Tek boynuzlu yapılar arasında
İki katlı ve gözlüklü bir hayırevi
Dayandım ak bedenine öptüm öptüm
Aşkım değilsen haber ver benzerimi!

Her şey öyle yeni ki burda
Kolunu kaldırsan yarının folkloruna katkı
Ama ben budalalıklarla doldurdum
Yıllarca bütün boş sayfalarımı.

Şurda işte tam şu noktada Dede’nin
İç çekişi Bach’ın soluk alışına karışıyordu,
Bir kapıyı açtım ürktüm ve kapattım
Bir milyon adam ayakta bira içiyordu.

Kim kimdik o gün, unuttum şimdi,
Yalnız buz gibi bir odada oturduğumuz aklımda,
Hani o arsız sonbahar küçücüğü
Gözündeki arpacıkla ısıtmıştı hepimizi.

Sen temiz hava saklı su

Sen bayan Nihayet

Sen bir mevsimin sanat eki

Çeşmeler adın kokulu!

IV.
Hoparlörlerinde halı ve mevlithan
Gri gözlerinde zararsız kırlangıçlar,
Alnaçlarının ardında kirli kan,
Önündeyse temiz ve vurulandan akan.

Bugünün şarkısıdır ama yarın için
Çıkan her kurşun patlayan silahlardan,
Katılaş dur yukarda katılaştığın kadar
Artık bir özel ad oldun ey Duman!

Kooperatif evlerinin sözleri boğazlarında: Çimento!
Alüminyum mırıldanıyor zorluyor güçsüz belleğini,
Adakale Sokak’ta İlhan Berk’i görür gibi oluyorum
Bir kentin tarihinde şairlerin ayak izleri

Şöyle mi derdi İlhan Berk:
“Sevdiğim kadınlar yaşlandınız hepiniz
Ama, inanın, yine de özlediğim sizlersiniz.”

Salah Birsel bu dizeleri şöyle geliştirirdi:

“İsterseniz İlkyazın gazinosuna
Hep birlikte garson girebiliriz.”

Aldı Cahit Sıtkı:

“Özgürlüğümün bir parçası oldun artık
Hangi kuytuya düşsen hemen yapraklanırsın orda.”

Cahit Külebi:

“O ozanlar var ya büyük ozanlar
Biz yanarken çıkardığımız dumanlar.”

Evet, Mehmed Kemal, Yılmaz Gruda, Orhan Veli,
Şimdi hepsi dipte, hepsi birer yeraltı suyu gibi.
Sevgilim bilemem sesimi duyuyor musun
Bir gökkuşağıyla doldurmak istiyorum içini.

Ve Hasan Şimşek, Cahit Sıtkı’nın kasabalısı,
Ve içtiği rakı kadar bembeyaz Şahap Sıtkı ki
Metin Altıok’a devredip masadaki yerini
İnanılmaz biçimde bu kentten gittiydi.

Tam Ataç Sokak’tan Pazaryeri’ne dönüyorum ki
Bir sürü giysiyi üst üste atmış omuzlarına
Terzi çırakları pat pat düşüyorlar ortaya
Rengârenk kır çiçekleri gibi.

– Şair arkadaş,
Bir derdin mi var
Bir şeyler çıkarmak mı istiyorsun derdinden
Ankara’ya gelmelisin.

V.
Yakındoğu’nun düpedüz İtalyancası: Farsça
Yakındoğu’nun zengin Fransızcası: Arapça

Yakındoğu’nun duru İngilizcesi: Türkçe
Yakındoğu’nun dallı İspanyolcası: Kürtçe

Yakındoğu’nun kırık Portekizcesi: Lazca
Yakındoğu’nun yatay Çincesi: Ürgüp, Göreme

Yakındoğu’nun sıcak ve çılgın esperantosu: pazaryeri,
Hani geçen sayıda ondan söz etmiştim de.

VI.
Ankara Ankara
Müfettişler arasından geçiyor tiren

Yaz Sonu ! şiiri Cemal Süreya Yaz Sonu ! şiiri

Sukürenin perisi sen; sen, taşkürenin avcısı,
Bir kişi daha olsa yanınızda
Siz orda öpüşürken,
Ne diyorum bir kişi daha;
Alamut kalesinde öpüşürdünüz.
Ona göre gelişirdi her şey,
Yeni bir güzelduyu açılırdı
Bir töre cançekişirken.

Karagözlü hançer, sen; sen, mavi bakışlı kılıç,
Unutulmazlarınızı dökerken birer birer,
İki kişi daha olsa yanınızda,
Mihri’nin vuruluşu ve çantası
Ve elindeki tuğla da gelirdi gündeme;
Daha sonra kesilen barsağı, iki metre;
Kediler uzaklaşırdı ısrarla camdan bakan;
Ne diyorum iki kişi daha.

Kavaldan akan gökyüzü, sen; sen, düşten geçilmez bahçe,
Sınıf arkadaşları, şarap ve tüzük kokan,
Dağın Eskisi’ne iki vadiden seslenirken,
Ne diyorum beş kişi daha olsa yanlarında,
Ama her şeye üçünün bileşkesine varan;
Ne bilim-sanatı Hayyam’ın, ne siyaseti Nazım’ın,
Ne yiğitlik, ne aşk… Bir şey kalmazdı tek başına.
Ahırlarımızda her zaman sana ayrılmış bir at vardı.

Ve sen sonunda bir gün çıkar gelirsin diye,
Çok şeyin adı küçük yazıldı;
Silinmez anlar vardır,
Karşı konmaz özlemler,
Ben şimdi ne istediğimi de bilmeden artık
Bağırıp duruyorum ya, şurda,
Sen yaz sonu ilan eden güzel keten,
Güneşten yırtılmış caz, sen!

Su Altında Kanat Çırpan Üveyik şiiri Edip Cansever Su Altında Kanat Çırpan Üveyik şiiri

I

Bir çift Van sesi
Van’ın doğurgan sesi
Bin çift nar düşürülmüş gibi dalından
Bu onun sesi
Sessizce yağan karda nar sesi.

Su altında kanat çırpan üveyik
Her rengin başka rengi
Resmini kendi çizer
Düşünde kendini görür
Kıyılar onun itiş biçimi
Üveyiktir Van’da anmak anılmak
Üveyiktir sanrının üvey kardeşi.

Dağ yollarında yalnız gezen çeşmeler
Suyu eşkiya soluğu
Akışı aralıksız nal sesi
İlk kulak verişte duymanın uzak
Çok derin içi
Dağ yollarında yalnız gezen çeşmeler.

Asurlu sert hüznü onun
Bizans gözleri
Yuvarlar beyaz taşlar
İçini açar bana
Açınca bana içini
Gündışı bir saattir, acı bir kış kavununda
Birikmiş gündüzlerdir
Ve gelen kimdir bilinmez
Oyunlarda ikinci
Oyunlarda üçüncü
Kişiler gibi
Söze pek karışmayan
Ya da
Çok eski bir haberci.

Kapamam gözlerimi, kapamam
Korkarım kapayınca bir başka şehirde uyursam

Yağarken yağan karda Doğu’nun
İşleyen ezik sesi
Yağarken yağan karda
Çekip gider haberci.

Eski bir manastır çanı
Akşamları suya döker süsünü
Su altından çıkan üveyik
O da
Yağmurda yıkar yüzünü
Dağ başlarında yalnız gezen ormanlar
Dağıtır kamyonlara sisinden sıyrılarak
Günlerdir boşluğunda tuttuğu hüznü
Ve hüzündür kendiliğinden
Han havlularında ağır ağır
Yem kesen atların yükü
Toplanan pazarlarda, kapanan dükkânlarda
Bütün gün ip satanların, bakır satanların
Doluşup cami çeşmelerine
El yıkarken çığırdıkları türkü
Ve Tatvan’a giden vapur bir de
Ekler bütün hüzünlere
Bir sabah bir Van hüznünün özgünlüğünü.

Sabah değilim, akşam değilim
Sunaklarda ipince
Belirsiz bir çiziğim
Yüreğim kanda parlar
Kan kadar yerde parlar
Toprakla iç içeyim
Biri kazıp bozmasa
Alıp gitmese beni
Batmadan yakalanmış çok eski bir güneşim
Öyleyim
Yeraltında gözleri kör mozayık
Yeraltında yalnız gezen parmaklar
Binlerce dibek konuşur
Binlerce dibek parlar
Koşar buğday tozuna su altındaki üveyik
Bir çift Van sesi
Doğan güneşle bu, batan güneşin sesi.

Kapamam gözlerimi, kapamam
Korkarım kapayınca bir başka şehirde uyursam.

II

Kış bitecek birazdan, kışa geç kalma
Böyle diyordu savat ustası Hasan
Gelirken az tütün getir
Bir dağ keçisi parçala
Tuz bas düşümde gördüğüm kana, tuz bas
Ne derdi güz ortalarında baban sana
Dokunma Van’a
Van köylüsü kendini çavlan gibi üretir
Göl gibi dokur
Ve beklemesini bilir, burkulur
Eğiktir şimdi boynu, sen de eğiksin
O kadarını anlarım
Ben bu savatları bunun için işlerim
Üç beş kuruşa satarım
Gözümün yeşili üstünde kalır
Balkır güz kırmızısı eğiminde
Üveyikler kalkar her bir nakışından
Durur belleğimde konuk sayılır
Senin olsun şu eski mavzer
Biri armağan ettiydi babama
Okşadı sevdi yıllarca onu
Bir gün hiç konuşmadan
Uzattı verdi bana
İşine yarar mı bilmem
Bildiğim bir şey varsa
Mavzerle denenmek ister dağlar
Hüzünle değil

Yık şapkanı arkaya
Bu da kundura
Çakal derisi bu da
Gerisi senin işin
Bir soru kendine sor, bir soru ona
Sakın sormadan vurma
Ölüm pusuda
Mahpusluk dersen
Pusuda
Ve yalnız kalma
Dün biri seni sordu, Van’a gelmiş
Görmek istemiş seni
Demek ki bir başka tutsak o da
Bir başka çekmiş
Bilirim acılar birbirine benzemez
Ama
Acılar nerde bütün, sen onu yokla
Çavlanı unutma, gölü unutma
Mavzerini ayarla
Hazır ol
Kış bitecek birazdan, kışa geç kalma.

III

Bir tarakla ya da bir iğneyle saçlarından
Tutturulmuş unutulmaya
Suçu vardı, ne miydi suçu
Suçları onların erkekleriyle
Yokluğu varlığa çevirmek suçu
Ve son kerteye gelmiş öfkenin cıvalanması
“Hayır, hiç yenilmedik, çekildik yalnız
Ve şimdi olduğumuz yerde
Ve ayaktayız”
Diyorlar ki, elbette doğru
Kim katılmak istemez onlara
Kim duymak istemez böyle bir suçu
Ah Van’ın sarı rüzgârı
Taşları şarap koyusu
Akşamı kiremit tozu
Hoşap Kalesi
Bağdat Oteli
Sınır türküsü
Bana bir resmini ver arkadaş
Ve söyle
Neresinden bulurum şu İstanbul’u
Bulamam
Senin bakışın düzgün
Bizimki çatık
Ama anlaştık ya sen ona bak
Yolun düşerse gene uğra
Bizim gönlümüz kanmaz
Aşımız bitmez senin gibi konuğa
Üstelik daha bir pekişiriz
İşleriz yan yanyken başkalarına da
Tükenmez olur sevgimiz
İyi yolculuklar sana.

İyi geceler sana da
Oğlum motoru ısıt
İyi geceler Van
Yolumuz bir başka Van’a, Kars’a.

Sonrası Kalır şiiri Edip Cansever Sonrası Kalır şiiri

On kalır benden geriye dokuzdan önceki on
Dokuz değil on kalır
On çiçek, on güneş, on haziran
On eylül, on haziran..
On adam kalır benden, onu da
Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
On adam kalır.

Ne kalır ne kalır
Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
On çizik, on çentik, on dudak izi
Bir çay bardağında on dudak izi
Aşklardan sevgilerden
Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
Bir de bu kalır.

Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
Asıl bu kalır.

On yerde adam geçse geçmese
Dağlardan tepelerden inen bir düzlüktüm,
anlaşılır.

Akşam olur, bir günden dibe çökerim
Su içer,dibe çökerim
İyimser bir duvarcıyım, her gün bir tuğla
düşürürüm elimden
Bu yüzden gecikirim
Size bu sıkıntı kalır.

Ne kalır

Kahvelerde kalın kalın kayısı vakti
Dişleri kesmeyenin en az kayısı vakti
Dişleri hiç kesmeyenden
Gün geçer, kendi kalır
Kahvelerde kayısı.

Gezginim, açık denizlerden yanayım
Biraz da Akdenizliyim, bu işte böyle kalır
Akdenizli herkes konuşur duyarlığını
Başka ne kalır
Biz ki bir konuşuruz geriye on şey kalır.

Ben buyum, dersin, arkadaş
Sevgilim, ben buyum
Yüreğim vurgun, dişlerim altın
Ceketim sol omzumda
Vakit vakit incelen vakit.

Dünyayı Verelim Çocuklara şiiri Nazım Hikmet Dünyayı Verelim Çocuklara şiiri

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler

Kızıl Saçlısına şiiri Nazım Hikmet Kızıl Saçlısına şiiri

Pembe yanaklı al dudaklı bir karım olursa eğer..
Olursa 24 ayar ahlaklı..
Anama bakar gibi bakar..
İlaha tapar gibi taparım..!

Ama…!
Kalleş çıkarsa karım..
Anam avradım olsun bir teneke benzin döker yakarım…!

Kimine göre kadın..!
Soğuk kış gecelerinde sarılıp yatmak içindir..

Kimine göre kadın..!
Sıcak harman gecelerinde zil takıp oynatmak içindir..

Kimine göre kadın..!
Ömür boyunca omuzumuzda taşıdığımız..
En büyük sevabımız ve en büyük vebalimizdir..

Ama sen KADINIM..!
Benim için sen..
Ne o..
Ne bu..
Şusun sen..!
Benim can yoldaşım kavga arkadaşımsın…

Cinayet Saati şiiri Attilâ İlhan Cinayet Saati şiiri

Haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi
Demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
Dört bıçak çekip vurdular dört kişi
Yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu

Deli cafer ismail tayfur ve şaşı
Maktulün onbeş yıllık arkadaşı
Üçü kamarot öteki aşçıbaşı
Dört bıçak çekip vurdular dört kişi

Cinayeti kör bir balıkçı gördü
Ben gördüm kulaklarım gördü
Vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
Hiçbiriniz orada yoktunuz

Demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
On üç damla gözyaşını saydım
Allahına kitabına sövüp saydım
Şafak nabız gibi atıyordu
Sarhoştum Kasımpaşa’daydım
Hiçbiriniz orada yoktunuz

Haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi
Polis kaatilleri arıyordu
Deli cafer ismail tayfur ve şaşı
Üzerime yüklediler bu işi
Sarhoştum Kasımpaşa’daydım
Vapuru onlar vurdu ben vurmadım
Cinayeti kör bir balıkçı gördü

Ben vursam kendimi vuracaktım

Sen Yoksun şiiri Attilâ İlhan Sen Yoksun şiiri

sen yoksun
deniz yok
yıldızlar arkadaşım
ya bu gece harika bir şeyler olsun
yahut bir bomba gibi
infilak edecek başım

ağzımda eski mısralar uzanıp kalmışım
istanbul minareler odamda gibi
gökyüzü temiz ve parlak
işte kolkola girmiş en mesut günlerimiz
muhalif bir rüzgar karşı sahilden

fosforlu ışıklarıyla gökyüzü bir deniz
havada kanat sesleri
ve çılgın kokular

deniz yok
yıldızlar uzaklaşıyor
ben yine yalnız kalıyorum
istanbul minareler kaybolmuş
sen yoksun

Tatyosun Kahrı şiiri Attilâ İlhan Tatyosun Kahrı şiiri

son yolcunun adı attila ilhan’dı
miyoptu kısa boylu bir adamdı
dostu yoktu yalnızlığı vardı
yazı makinasıyla binmişti
bizimle konuşmaktan çekinmişti
gözlerini görseniz korkardınız
polis’ten kaçıyordu derdiniz
bir cinayet işlemişti derdiniz
halbuki kendinden kaçıyordu

tatyosyan’la arkadaş oldu
güvertede birlikte gördük
hırsızlama durduk dinledik
ermeni sicim gibi ağlıyordu
karısı marsilya’da kalmıştı
çocuğu karısında kalmıştı
anası istanbul’da bekliyordu
palermo feneri parlıyordu

tatyos’u iki polis getirdiler
marsilya’daydık kıştı kıyametti
rıhtıma kelepçeli getirdiler
mistral zehir kusuyordu
deniz bildiğiniz felaketti
bölük pürçük akşam oluyordu
tatyos’u göz hapsine koydular
katiyen cigara içiyordu

“dövülmüş süt gibi yorgunum
geceleyin kapımı çalsalar
öyle telaş telaş uyanıyorum
iflahımı kesti fransızlar
taşların üstünde yattım
karımla konuşturmadılar
üç günde bütün ihtiyarladım
üç gün dua ettim küfrettim
beni süreceklerdi biliyordum”

tatyos’un camları kırılmıştı
vapur ecel teri döküyordu
gizli gizli şimşek çakıyordu
haham levi dua ediyordu
tatyos’un kahrını anlamıştı
allah da anlasın istiyordu
allah tatyos’u görmüyordu
ellerini kana bulamıştı

tatyos’un üç cigarası olursa
ikisi mutlaka bizimdi
iki göz gibi birbirimize yakındık
aynı kahırla bakıyorduk
aynı sancıyı çekiyorduk
bindiğimiz bu gemi batsa
çırpına çırpına boğulsak
allah bilir ki sevinirdik
yalnız çocuklardan utanırdık
madem ki ölmemiz lazımdı

“aşkale’de kel bir dağ vardı
nefesimi keserdi tıkanırdım
beni varlık vergisi yıktı
üç sefer askerlik ettim
gözüme kargalar konardı
elimde değildi ne yapayım
marsilya uzakta duruyordu
macera beni çekiyordu
istanbul’u sevmiyordum
alıp başımı gidecektim”

attila ilhan bir şiir yazacaktı
herifin yüreği delinmişti
içi taun gibi uğulduyordu
tatyos’un kahrını yazacaktı
sırılsıklam utanacaktık
tatyos mutlaka mesut olmalıydı
ömründe bir dakika olmalıydı
o dakika mesut olmalıydı
bunun çaresine bakmalıydık
yoksa yüzümüz olmazdı
doğru dürüst ölemezdik
ölüler bizi ayıplardı