Yine yorgun yeşili örüyor parmakların
Sıyrılıp beyazından bayatlamış kışların
Kim bilir kaç yıl sonra gelecek ilkyaz için
Yine kızgın yeşili ateşliyor ellerin
En tiz perdelerinde el değmemiş tellerin
Kim bilir kaç senedir susturulmuş saz için
Yine azgın yeşili kanatıyor dişlerin
Dişi kahkahasında ezelî iğdişlerin
Kim bilir kaç çokluğu çınlatacak az için
Yine süzgün yeşili emiyor gözbebeğin
Gözlerinden anasız doğacak bir bebeğin
Kim bilir hangi çölde donacak ayaz için
Yine bezgin yeşile titriyor dudakların
Kurudukça şebnemler üstünde yaprakların
Kim bilir kaç seherde nemlenen niyaz için
Yine yeşil bir türkü açıyor tomurcuğun
Yüzlerinde doğmamış yüzbinlerce çocuğun
Kim bilir kaç yeşili solduran beyaz için
Uyumak istiyorum.
İyi gecelerden geçerek Samanyolu’nda
Bir küheylân türküsünün terkisinde
Sürüngen susuzluğuyla gittikçe eriyerek
Donmuş bir gün damlasınca
Düşüp bir yıldızın gözbebeğine
Cümle ninnilerden uzak masallardan arınık
Uyumak istiyorum…
Uyumak istiyorum.
Git dünya kendini başkasına sevdir
Ölü serçe tüylerini okşayan elim epridi
Kırk düğümlü türkülerin o pörsümüş ipliğine
Geçirecek avuç-avuç gözlerim yok ki artık
Tırmaladı içimi içimdeki pamuk kedi
Ne boncuk istiyorum ne yumak istiyorum
Yatay bir yağmurun uzanıp kor yatağına
Uyumak istiyorum…
Uyumak istiyorum.
Mavi kuş seslerini bohçaladığım çıkın
Ak başımın altında zonklayan bir taş gibi
Bütün şiirlerimi sana bırakıyorum
Öfkenin ateşine atarak yakman için
Ateş söndüremedi içimdeki ateşi
Suyu dök ver testiyi ben toprak istiyorum
İyi geceler ey zaman
Ne kara istiyorum ne de ak istiyorum
Ne üstüme örtecek bir kelebek kanadı
Ne altıma serecek bir yaprak istiyorum
Yağmurun söndürdüğü ateşin buğusunda
Toprak kokusu gibi uyumak istiyorum…
-Karacaoğlan Meltemiyle-
Deli gönül bulup-bulup yitirdi
Ne gözler içirdim hilâl kaşa ben
Herkes başladığı işi bitirdi
Gele-gele yine döndüm başa ben
Ömür gazel döktü gönül güzünden
Hazanın hayratı bize hüzünden
İnan ey sevgili senin yüzünden
Hedef oldum atılan her taşa ben
Pişemedim hasret denen ateşte
Ayağım gölgede başım güneşte
Felek ile tutuştuğum güreşte
Sen olmasan gelir miydim tuşa ben
Niye ey sevgili bu sitem niye
Gurbette ulaştı gün ikindiye
Belki senden haber getirir diye
Boyun büktüm gökte uçan kuşa ben
Geceyi seyrettim gözün diyerek
Hayalini sevdim özün diyerek
Açsın zemheride yüzün diyerek
Beyaz güller ektim kara kışa ben
Gönlün hasretimle gemlendi ise
Gurbet yüreğinde demlendi ise
Gözlerin aşkımla nemlendi ise
Kurban ola’m o gözdeki yaşa ben
Yazı bitti
Son kalemin ucundan damlayan kandı nokta
Virgül çığlıklarıyla yırtıldı bikri bedestenin
Mevsim arastasında sadece kış var
Yaz bitti
Bitti yaz sonuna bitmeyen yazıların
Çilingir sofrasını çoktan topladı sonbahar
Boşalttı yolları atlısı-yayası mitlerin
Gölgeleri gittikçe uzamakta
Sfenkslerin ensesine binmiş piramitlerin
Yazı bitti
Kırılan son tablette kuruyan güldü nokta
O son kahkahasıydı kara ağızlı kuyunun
Karardı son tomurcuk kuru dalında
Yaz bitti
Nasırlandıkça gözler kirpiklendi el ayası
Son türküsünü içti bu sabah bülbül
Son kurşununu yedi bu akşam onulmaz yara
Yazı bitti
Tuvallerde tamamlanmamış resim var
Yaz bitti yazının bittiği yerde
Tırmanmakta dağlara kış
Kararıyor sulara düşen akça yıldızlar
Alkış – alkış
Mehtap göz kırpmıyor yakamozlara
Aşk da kalmadı âlemde
Senin bana yakınlığın ne ki
Benim bana vuslatım bir gün batımı ötemde
Kalemim kör fırçam sağır ama
Tuvalimde bitmiş bir resim var
Yeni bir türkü isteme benden
Nicedir dilimde tutukladığım
Bir kuş ötümü sesim var
Ne sabahlar tükettim gün ermeden akşama
Nice yay parçaladım temreni paslı okta
Yaz bitti/ yazı bitti
Son kalemin ucundan damlayan kandı nokta
Göğsünüzün örsünde nal dövüyorken gece,
Duyarsanız apansız bir kısrak kişnemesi;
Bir yele özlemiyle terli avuçlarınız
Karanlığın saçını okşuyorsa gizlice
Ve diken-diken ise bilcümle uçlarınız;
Duyduğunuz bu çağrı, sevdanın doru sesi…
Bir dağ dikeliyorsa eğik duruşunuzdan,
Çatlamak üzereyken kalbinizin kafesi;
İçinizdeki ırmak yokuşa akıyorsa,
Terliyorsa sesiniz yürek vuruşunuzdan
Ve bir kurt gözünüzden kırlara bakıyorsa;
Duyduğunuz bu çağrı, sevdanın doru sesi…
İçtiyseniz yatmadan bir dolunay dolusu
Yıldızı yudum-yudum gecenin çeşmesinden;
Örttüyse üstünüzü bir bulut inlemesi,
Elinizin altında ateşe döndüyse su
Ve bir ses içinizde ürküyorsa sesinden;
Duyduğunuz bu çağrı, sevdanın doru sesi…
Sıklaşırken yaşanan zamanda an dokusu,
Açılıp omuzdaki ömrün özge heybesi;
Yorgun seneleriniz bir anı paylaşırsa,
Bir teni giyinirse terli sağrı kokusu
Ve suskun aygırınız apansız taylaşırsa;
Duyduğunuz bu çağrı, sevdanın doru sesi…
Bir zamanlar zemheri bir sokakta üşürmüş
Cümle ateş böceği başına üşüşürmüş
Ateş böceklerinin çakmayan kibritleri
Denizlerden çalınan ıslak yakamozlarmış
Titredikçe zemheri saçak sarkıtlarında
Titrermiş elleri tüm ateş böceklerinin
Sevdayı harlatacak ateş yakamazlarmış
Ne zaman ki zemheri ateşe olmuş âşık
O gün bu gün dumanın zülüfleri dolaşık
Bir yatak sermiş rüzgâr her gece dolunaya
Beyaz geniş yumuşak
Terlemiş kollarında zemheri o ateşin
Ölümsüz bir sevdayla ta ölünceye kadar
Ve ıslak aleviyle ateşe doyup gitmiş
Ne zaman ki zemheri ateşi koyup gitmiş
Dumanlar bacalardan sevdayı soyup gitmiş
Birden bitiverir ıssız yollarda
Yazın kuş sesinde eriyen rüzgâr
Bir türkü yakar ki kuru dallarda
Sanırsın dal değil çürüyen rüzgâr
Hıçkırır yarlarda bir figan gibi
Yakası yırtılmış Mihriban gibi
Dağılır yollarda toz-duman gibi
Dağların burcunu bürüyen rüzgâr
Sanki bir leventtir elinde pala
Bir nâra atar da yekinir dala
Ansızın şahlanır kalkar dörtnala
Önce ağır-ağır yürüyen rüzgâr
Mutsuz bir gelindir harman yerinde
Gizli sevdası var kanar derinde
Ümitler üşürken eteklerinde
Kuru yaprakları sürüyen rüzgâr
Bir yasak meyveydi bölüştüğümüz
O kıvrak yağmurlarında yorgun ikindilerin
Hoyratça paylaşılırken en sıcağı sevdaların
En soğuk ateşlerdi üşüyen payımızda
En deli gönlümüzde göverirken gökyüzü
En ıslak gökkuşağıydı gerilen yayımızda
Tırnaklarımızla soyduk o en yasak meyveyi
Kabuklarını vereceğimiz kısrak yoktu
Ve tek bir okum vardı nicedir sadağımda
Çuvala sığacak mızrak yoktu
Bir elmalı pastaydı buluttan çıkan güneş
Sen gökçe bir gülüşe geçirirken yüzünü
Aşk notasız bir şarkı ten kelimesiz şiir
Arzu ecellere denk vuslat ölümlerle bir
Son dönemecindeydik ikide bir olmanın
Yarısını sen yedin daldaki tek elmanın
Ben öbür yarısını
Hâlâ bütündü elma zirvedeki o dalda
Can rengine boyadı gözlerim bu masalda
Denizin mavisini sahranın sarısını
Sonra başladı nedamet yağmurları
Nedimesinden hâmile kalırken Kleopatra
Kertenkele kuğuyla kıydı muta nikâhı
Çöller bir damla yaştı Leyla’nın gözlerinde
Tutuştu hançeremde Mecnun’un dinmez ahı
O alev ummanında gök titrerken derinde
Az daha işliyorduk biz o ıslak günahı
Ve sustu gönlümüzün göklerinde çan sesi
Uyandı uykusundan mor sabahlıkla zaman
Kumruların duaya durduğu kutlu andı
Ben anadan üryan deli
Sen babadan kızoğlan kız
Uzattı gökkuşağı gönlümüze birer dal
Her dala bir kök düştü
Gökten düşmedi üç elma biterken masal
Elmadan başımıza yekpâre bir gök düştü
Ya İlâhi yarattığın yer bizi
Hep yedirmez gün gelince yer bizi
Akıl verdin bilinmezi bilmeye
Gafil odur bildiğini bilmeye
Bağı bilmez kır dikene gül diyen
Aşkı bilmez ağlayana gül diyen
Hasret odur çağladıkça gül/dere
Kor pençeler kenarından gül dere
Gurbet odur yârenlerin yâd ola
Şerbet odur ya boşala ya dola
Doğduğun an aday oldun ölmeye
O kimdir ki hep yaşaya ölmeye
Bir çığlıktır ömre ilk gün ahımız
Her nefeste artıyor günahımız
Ya İlâhi bir ömür bir an gibi
Kabul eyle doğduğumuz an gibi
Sen gönül göklerimin Süreyya yıldızıydın,
Ben bende kaybolurken bulmuştum bende seni…
Her akşam yüreğimde dinmeyen bir sızıydın;
Her sabah gün yeliyle duyardım tende seni…
Yüzünde ben deseni,
Bulmuştum bende seni,
Sen beni unuttuysan;
Unuttum ben de seni…
Gülüşün cemresiydi gelen cümle kışların,
Mühürdü yüreğimde Süreyya bakışların,
Gönlümün gergefine ördüğün nakışların;
Soluyor, solduruyor o son desende seni…
Yüzünde ben deseni,
Bulmuştum bende seni,
Sen beni unuttuysan;
Unuttum ben de seni…